28 Mart 2012 Çarşamba

N'aber?

Bugünlerde kendime naber diye soruyorum, nasılsın diyorum hemen arkasından? Ne yapıyorsun geliveriyor ardından ... Bütün bu sorularımın cevabı şu; kendimi dinlemeye çalışıyorum. Ait olduğum ve alışkın olduğum şeylerden vazgeçmeye biraz durmaya çalışıyorum. Biraz durmak... Bazen her şey yolunda gitse bile rahatsız oluyorum, bu rahatsızlık kemirgen bir hayvan gibi eşeliyor içimi. Uzun sivri dişleriyle kemiriyor bütün yolundalıkları... Nevrozlarım bırakmıyor nabzımı. Bugün bir kitapta şöyle diyordu; "nevrozu sevenler" ve "nevrozu sevmeyenler".

8 Ocak 2012 Pazar

Şimdi ya da zaman tünelinde.

Şimdi ben desem ki her gün bir önceki günün aynısı, çok sıkılıyorum bu rutinden. Bazen ve bu bazenler sık sık oluyor, hayatımdaki herşeyi değiştirmek istiyorum. Saçımı mesela, hep giydiğim düz renk kazakları, dinlediğim müzik tarzını, uğraştığım işi, arkadaşlarımı, ilişkimi, kurduğum cümleleri, birbiri ardına özenle seçtiğim günümüzde pek kullanılmayan kelimeleri, dudaklarımın ifadesini, yaşadığım şehri, kendimi. Kalbinin nasıl attığını duydun mu sen hiç? Yani sanki kalbin kulağının içinde gibi, işaret parmağınla baş parmağını birleştirip kulağımın içine daldırsam çekip çıkarabilecekmişim gibi, bir ip gibi çektikçe gelen çektikçe gelen... Sanırım buna çarpıntı diyorlar. Babam Bob Dylan dinlediği için mi seviyorum onu? Hiç bir zaman onun kadar özverili olamayacağım için mi kızgınım anneme bu kadar? Neyin yanlış olduğuna kim karar veriyor? Çocukken içinde karınca beslediğim kavanozun kapağını kapattığım için oksijensizlikten ölen karıncaların vicdan azabını hala duyuyor olabilir miyim? Ne olacağıma hala karar verememiş olmak, olmak istediğim bir şey olmadığını mı gösterir? Peki ya yalnızca mutlu yaşamayı istemek iş sayılır mı?