16 Ekim 2011 Pazar

Kış Ve Pazar

Bir kaç gündür göğsümde basınç var ve nefes alamıyor gibi hissediyorum. Gün boyu sürüyor bu his. Bu sabah kışa uyandık sıcacık yatağımızdan, kahvaltı günün en sevdiğim öğünü olduğundan; bizimki hemen pazar kahvaltısı yapmak için dışarı çıkarttı beni. Muazzam ama gereğinden fazla malzemeli bir pazar kahvaltısı yaptık. İşte böyle çelişkili bir durumla başladım kışlı pazar gününe. Kadıköy iskelesine doğru ıslanarak yürüdük. 13.30 vapuruna yetişmek için adımları sıklaştırdık ve topuklardan sıçrayan suyun eşliğinde çamurlu bir görünüme dönüşen pantolon paçalarına gülümseyerek iskeleye vardık. Nefesim fena değildi aslında o ana kadar ama sonra birden gene, ben geliyorum hazır mısın çağrılarına duyarsız kalmam imkansızlaştı,basınç göğsümdeki yerine sıcak bir kucak bulmuş kedi edasıyla yerleşti. Ağladım,sarıldım,ıslandım ve vapura binmek üzere rain man'in  yanından ayrıldım. El salladık birbirimize turnikeden geçtikten sonra. Yalnız geçireceğim klasik 9saat başlamıştı o andan itibaren. Bi de konuşmak yoruyor beni, fiziksel olarak yoruyor. Ben de daha çok susuyorum. Nasıl? Yapılacak çok şey var diye düşünüyorum sık sık sonra uygularken o eylemi pasif kalma konusunda üzerime adam tanımıyorum. Rain man bütün gün yağmurun devam edeceğini söyledi, kendinizi dinlemek için uygun bir gün iyi pazarlar. Ha bi de unutmadan, kış o kadar kötü bişi değildir.

1 Temmuz 2011 Cuma

Venedik Yolu Trende

Kendimi iyi hissetmeyi özlemişim. Burada her yere trenle ulaşılıyor. Bu sabah Como'dan ayrıldık. 04:50de istasyona varmak üzere Can'a veda edip evden ayrıldık. Yaklaşık 20-22 dakikalık yürüyüş mesafesi katettikten sonra Como-Milano, Milano-Venedik arasını iki tren değiştirerek almış bulunuyoruz. Hala yoldayız saat sanırım 10.00 civarı olmalı. 07:23 trenindeyiz. Saat kullanmıyorum, telefon kullanmıyorum, internet kullanmıyorum,televizyon kullanmıyorum. Az sigara içiyorum. Çok az uyuyorum. Bu inanılmaz özgür ve bağımlı olduğum şeylerden arındığımı hissettiren bir duygu. Şanslıyım...Hayatımın muhtemelen en güzel zamanlarından birini yaşıyorum. Sevdiğim adamla beraber üstelik. Venedik'te olacağız 1 saat içinde, şuan Padova istasyonundayız. Yol boyunca uyumadım. Biraz kitap okudum (yabancı), biraz fotoğraf çektim, hiçbir saniyesini kaçırmak istemiyorum görebileceklerimin.. Belki otelde biraz uyur öyle başlarız Venedik keşfine. Ya da aynen devam... Bilmiyorum şimdilik.

1 Haziran 2011 Çarşamba

Geldim Gördüm Yerdim...

Son zamanlarda dalıyorum sık sık,engel olamadığım bir biçimde,olmadığım da denebilir. Aslında düşünmüyorum öyle derin derin hani işin aslını isterseniz. İnsan bazen dalar. Farkettin mi sen de bilmiyorum. Kafanın boş olma hali, uzun uzun susma hali, konuşmalardan ve insanlardan sıkılma hali hani? Bildin mi?

24 Nisan 2011 Pazar

Ismarla(ma)

Ismarlama öğütler tutuyoruz sevgiye dair. Sonra tutup birbirinin içinden çekiyoruz sırayla,kısa çöp hep belirleyici oluyor kararlarımızda. Kararına varmak aceleye getirilecek bir hadise değil halbuki.

9 Nisan 2011 Cumartesi

Anladım ki eskilerden gelen esintiler hala yoruyor kalbimi.

31 Mart 2011 Perşembe

Doğum Anı

Yazmak nedir? Konuşmak mı kendinle? Yani içinle, yani içindeki içle. İç biraz daha iyisi mi bulmak için aradığının ne olduğunu. Yahut unutmak istediğin ne kadar şey varsa çakılsın alnına bir çivi gibi, frontalden girsin kafatasına ve doldursun aradaki boşlukları bir çivi. Yahut yararcasına yeniden yaratsın o boşluğu, yaratsın ki doğum sağlıklı gerçekleşsin.

26 Mart 2011 Cumartesi

Söyleyemedikleri

Değişik bir dinginlik ve mutluluk hali yapıştı üzerine. Nefes alışının tadı değişti gene,ağzının tadının kaçmasıyla beraber gelen bir histi bu hep. Ve yanında da iştahsızlık hali. Ana yemeği yemeden tatlı aşamasına geçmek gibi bir şeydi bu duygu. Sonra çarçabuk geçmeye başladı günler birdenbire onun için. Ve her gün aynı şeyi yapmaktan sıkılmadığını anlattı. Hatta ertesi gün için ne kadar sabırsızlandığından bahsetti. Şunlar döküldü yüreğinden usulca,
"Her gün onu izliyorum, onu duyuyorum, görüyorum, konuşuyorum, o kadar yakınım ki ona, yakın olmak canımı acıtıyor...Bu esir suskunluk boğuyor her geçen gün daha çok, sadece geçip gitmesini bekliyorum ya da kendi haline bırakıyorum hayatımı, ne oluyorsa olsun bakalım da görelim diye".

1 Mart 2011 Salı

Aşka Doğru

Bugün dipsiz sessizliğimin son günü. Işığa çıkma vaktinin geldiğini hissediyorum. Aradığım şeyin adının ne olduğunu bulduğumu düşünüyorum .Kendisine erişebilmek belki bir ömür sürecek olsa bile bu mutluluk verici... 
Aradığımın adı ' Denge' . Önce içeride -benliğinde,kişiliğinde,ruhunda- sağlanması gereken bir denge. 
Seni, beni, onu iyileştirecek olanın adı denge. Biçimi teferruat .
Ne yapacağımı tam olarak bilmiyorum, yahut nasıl yapacağımı... Ama artık tutamadığım bir şeyler var içeride, durmadan dışa taşan. İzin verdim taşsın, aslında doğru kelime koyverdim olmalı. Nihayet.
Koyverdim; yalanı, dolanı, hataları, pişmanlıkları, kırgınlıkları, onarılamamışlıkları, örselenmişlikleri, affedilmeyi, bekleyişleri... Koyverdim. Gerçek huzuru bulabilmek adına. Kendimi sevebilmek adına hiçbir şeye gereksinim duymadan. Salt barışıklık adına kimliğimle. Koyverdim özneleri, yüklemleri de... Miş'li geçmişi yok saymadan ,ama sırt çantana atıp gittiğin yol boyunca da ağırlığını taşımadan, devam etmeli yola. Yani kapladığı yeri bilmek  ama artık ağırlığını hissetmemek. 
Suçlama, yüzleş, bağışlayıcı ol ve barış.
Artık ışığını bulma vakti. Kendini duyma vakti. Git.

19 Şubat 2011 Cumartesi

Peki ya sonra?

Belki de kaçınılmaz denen sonlar hep hatırlatıyor kendini bize
Aç kalmış bir kedi gibi aynı tasın başında dönenip duruyoruz
Boş...
Uzunca bir bekleyiş bu
Çaresiz, koşullanılmış bir bekleyiş.
Önüne konulacak olanı yeme üzerine...
Ne zamanı bellidir?
Ne de bir sonrakinin ne olduğu?
Aynı tatlara alışmanın getirdiği bu beklenti
Çoğalır giderek, uzar gider önünde.
Halbuki bilirsin tas aynı tastır, lokma aynı lokma
Ama aldığın tat her seferinde aynı değil
Bunu da fark edersin üstelik.
Yine de beklersin beklentiler arasında.
Ağzının tadı kaçar bazen,
Önemsemezsin.
Örter üstünü alışkanlıklar.
"Alışkanlıklar" çarpışmaya başladığında "beklentilerin heybeti"  ile
İşte o vakit galip gelen taraf bellidir.
Peki ya sonra?
Sonra, üzerine kendi elinle giydirdiğin beklentilere boyalı gömlekleri
Çıkarmaya başlarsın tek tek..
Ta ki anadan üryan olana dek.

30 Ocak 2011 Pazar

Sanıyoruz...

Sanıyor musunuz ki aşkı biliyoruz ?
Sanıyor musunuz ki başka bir dünyaya girebiliyoruz?
Aşktan sakınıyoruz ölesiye bir korkuyla.
Korkuyla ve sakınarak,
Sakınarak ve hatırlamamaya çalışarak,
Çalışaraktan yetinmeye,
Yetinerekten beklentilerle,
Beklentilerle savrularaktan aradığını bulmak gayesinde,
Gayesindeyken sevdanın, şarkıların, düşlerin...
Hiç olmamamış gibi yaparaktan,
Hiç yaşanmamış gibi geçip giderekten üzerinden geçmişin...
Uzayıp akan bir su gibi yolumuzu bulmakta kıvrılıp dururken...
Bilmem, bütün dünyanın derdi bana mı kaldı?

26 Ocak 2011 Çarşamba

Ucube Heykel Ebucu!

     Efendim geçenlerde,bir heykel hadisesi ile karşı karşıya kaldık. Sayın demek adetten olduğundan sayın Erdoğan gittiği Kars ziyareti sonrasında (yanlış hatırlamıyorsam 8 Ocak 2011 tarihli ziyaret) heykeltıraş Mehmet Aksoy'un yapmakta olduğu ve Başbakanın "ucube" olarak nitelendirmesi üzerine şuanda yıkım aşamasında olan heykel gündemimizdedir. Söz konusu heykelin yıkılmasını durdurmak için heykeltıraş Aksoy, canım vatandaşımız,yargıya başvurmuştur.
     Konuyla ilgili olarak Sayın Aksoy : "Her ne şekilde yıkılırsa yıkılsın bu yıkım bir Taliban örneği olacaktır ve bütün dünya bu olayı konuşacaktır" dedi.
"Türkiye'nin dünyaya böyle bir imaj vermemesi gerekir. Böyle bir konuyla Türkiye'nin gündeme gelmesi acıdır. Yıkım kararının ayın 6 sında çıktığı söyleniyor, ben buna inanmıyorum. Bir anda bu karar nerden çıkartıldı, imzalatıldı. Biz neredeyiz? İnsanın hiçbir şeye güveni kalmıyor. Hukuksal yollara başvurdum. Bundan sonrada artık konuşmayacağım, bitirebilirsem heykeli tamamlamaya çalışacağım.''  dedi.
Hangi sıfatta olursa olsun bir insanın, sanatsal değeri olan bir eseri "ucube" olarak tanımlaması kabul edilemez bir ayıptır. Hele ki ülkeyi temsil eden bir şahsın böylesine  yakışıksız bir ithamda bulunması... Akıllara zarar haldeyiz. 
Sömürücü sponsorları yardakçısı yaparak '2010 yılında Türkiye'de  bilmem ne kadar sergi yapıldı, bilmem ne kadar kültür seviyemiz yükseldi, vay efendim ne güzel Avrupakültür başkentiyiz diye diye dallandırıp budaklandırıp anlatan kişi, bir sanat yapıtını  "ucube bu heykel" diye adlandıran kişiyle aynı kişi değil mi a benim sevgili halkım? Artık gözlerimize sürülen boyaları çıkarıp gerçeği görmenin zamanı gelmedi mi? Hala gelmedi mi?!


Mehmet Aksoy; 71 yaşında ve ülkemizi defalarca yurt dışındaki bienallerde temsil eden, iki kez Devlet Resim ve Heykel Sergisi Ödülü sahibi olan bir sanatçı.

25 Ocak 2011 Salı

Bazen özlüyorsun.. Bir şarkının melodisinde kokusunu duyar gibi hatıraların.
Tıpkı öyle gibi.. 
Çok hem de. 
Yırtılır gibi derin hücrelerinden. 
Neredeyiz şimdi?

Telvin

Tecrübeyle sabit olmayan şeyler de var. Mesela ayrılık, ayrı kalma hali , ayrık otu... Tecrübe ediyoruz ama sabit değil. Garip bi şekilde değişken. Halden hale geçme durumu mevcut yani. "Telvin".
Sonra da biraz telkin.

24 Ocak 2011 Pazartesi

Sadece bir kaç dakika...

  Yine sordum. Ben bunu hep yapıyorum. Neden bilmem.. Evet bayağı bayağı yapıyorum. Hem de öyle arada sırada değil, sık sık yapıyorum. Azını çoğunu düşünmeden soruyorum işte. Çocukken annem bana "aklına bir şey takılırsa hemen sor onu o anda yavrum" diye öğütledi. O gün bu gündür ben de anne sözü dinliyorum işte bütün mesele bu. Hem sonra soru sormanın neresi kötü? Aksine merak ettiğini göstermez mi bu? E evet... Konuyla,olayla,kişiyle yahut her neyse ile ilgili olduğunu göstermez mi? Ne kadar da sıkkın,bıkkın,kızgın,bezgin insanlar... Gözleri bir kaçak gibi, mülteci gibi bakışları bir çoğunun.
 Mesela ben bana soru sorulmasını severim. Ha bu bundan hiç bunalmıyorum anlamına gelmiyor elbet. Cevaplayamadığım sorular da gırla mevcutken üstelik, ben gene de soru soran insanı severim. Çünkü beyni işliyor demektir. Sorguluyor takılı kalanları demektir.
Hayatta üzerinde konuşulmayacak hiç bir şeyin olmadığını düşünüyorum. Her şeyi sorabilmeli ve konuşabilmeli insanoğlu. Bütün cevaplar ancak böyle nefes alabilir çünkü.
Bakınız Ortaçgil' in de dediği gibi " Bu iş çok zor yonca. Çünkü insanlar günler boyunca hiç soru sormadan durur. Bu iş çok zor yonca, çünkü insanlar aylar boyunca hiç soru sormadan durur. BU iş çok zor yonca çünkü insanlar yıllar boyunca hiç soru sormadan durur".